14 Mayıs 1950’de çok partili sisteme geçişin en önemli dönemeci olan milletvekili genel seçimleri yapılmıştır. Türk ulusu verdiği oylar ile iktidarı değiştirmiştir.1950 döneminde Demokrat Partinin üstün bir çoğunluk elde etmesiyle Türkiye’de Demokratik sistem tam bir işlerlik kazanmıştır. İktidar seçimler sonucunda ve barışçıl bir yöntemle değişmiştir.
1950-1960 arasında Türkiye’nin siyasî hayatına damgasını vuran Demokrat Parti dönemi, uygulanan değişik politikalarla birkaç evrede geçmiştir. Önce 1954’e kadar süren bir liberalleşme dönemi yaşamıştır. Bu dönemin temel bir özelliği, 1950’ye kadar biriktirilen bütün rezervler kullanılarak ve başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinden kalkınma yardımı alınarak ülkenin bir ekonomik refah dönemi geçirmesi sağlanmıştır. Ancak bu dönem çok uzun sürmemiştir. Ayrıca oldukça plânsız kullanılan kaynaklar tükenince ekonomik darboğazlar başlamıştır. Doğal olarak siyasal ve toplumsal yaşamı da etkileyen bu dönem yeni düzenlemeleri gerektirmiştir. Nitekim 1950’de özgürlükçü bir siyasal ve toplumsal düzenin savunucusu ve uygulayıcısı olarak işe başlayan Demokrat Parti, sert muhalefetinde etkisiyle 1954’den itibaren katı ve kısıtlayıcı bir tutum içine girmiştir. Buna karşılık muhalefet partileri birleşme kararı almışlardır. Bu girişimi engelleyen ve seçimleri bir yıl öne alan Demokrat Parti yönetimi, 27 Ekim 1957 genel seçimlerinde ilk defa olarak muhalefetin toplam oyunu aşamamıştır.
Demokrat Partinin bu üçüncü ve son iktidar dönemi, muhalefet ile ilişkilerdeki gerginliğin kopma noktasına geldiği ve sokaklara kadar taştığı bir dönem olmuştur. Muhalefetin gücünü kırmak için bütün tedbirlere başvuran Demokrat Parti iktidarı bir yandan da ekonomik krize çare olarak gördüğü Batı yardımını artırmak umuduyla ABD ile yakınlaşmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler karşısında muhalefet, iktidardan partizanlığın kaldırılması, ikinci meclisin kurulması, seçim güvenliği, üniversitelerin özerkliği, basın özgürlüğü, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hakimler Kurulu gibi düzenlemelerin yapılması talebinde bulunmuştur.
Muhalefetin bu taleplerine karşılık Demokrat Parti iktidarının yanıtı ise, partiyi ülke çapında güçlendirmek üzere Vatan Cephesi’ni kurmak olmuştur. Ayrıca TBMM’de bir Tahkikat Komisyonu kurularak partilerin bütün siyasal etkinlikleri toplantı ve örgütlenme çalışmaları yasaklanmıştır. İktidar partisinin bu tür siyasî uygulamaları halk arasında da giderek büyüyen tepkilere yol açmış ve 1960’lara gelindiğinde hoşnutsuzluk doruk noktasına ulaşmıştır.
1950 yılında başlayan DP döneminde Türkiye, demokrasi hayatında önceki sorunlardan kurtulamamıştır. Dış politika meselelerinde ve aşırı cereyanlara karşı mücadele ve işbirliği dışında iktidar-muhalefet ilişkilerini demokratik ilkeler çerçevesinde sürdürememiştir. Çünkü oyların çoğunu elde etmenin, istediği her şeyi yapma özgürlüğü olduğu şeklindeki yanlış demokrasi anlayışı, ekonomik ve siyasî dengelerin bozulduğu sıralarda daha da ön plâna çıkmış ve ülke bir kavga ortamına doğru hızla yol almıştır. İktidarın, Vatan Cephesi ve Tahkikat Komisyonu ile oluşturmak istediği kontrole, farklı sebeplerle de olsa gidişattan rahatsız bütün kesimlerin desteğini alarak karşı koymaya çalışan muhalefet arasındaki bu çekişme Silâhlı Kuvvetlerin rejimi korumak amacıyla 27 Mayıs 1960 hareketiyle sonuçlanmıştır.Bu harekete silâhlı kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır”.
Sonuç ;Görüldüğü üzere Türk siyasî tarihinde demokrasi bir kez daha darboğaza girmiş, bunalıma çare bulmak, uzaklaşılan Atatürk ilkelerine yaklaşılmak ve yeni bir düzen kurmak amacıyla partiler üstü bir hareket olarak 27 Mayıs yapılmak zorunda kalınmıştır.
Daha müdahalenin ilk gününde yönetimi üstlenen Milli Birlik Komitesi’nce İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar’ın başkanlığındaki bir bilim kuruluna 30 Mayıs 1960’da yeni bir Anayasa hazırlama görevi verilmiştir. Yeni Anayasa’nın yapılıp seçimlere gidilinceye kadar geçerli olmak üzere, hukuk profesörlerinin hazırladığı bir geçici Anayasa 12 Haziran 1960’ta yürürlüğe konulmuştur. Daha sonra bir teknokratlar hükümeti oluşturulmuştur. Hükümet Milli Birlik Komitesi’ne karşı sorumlu olmuştur.
Demokrasi ve hukuk devleti esaslarını gerçekleştirip teminat altına alacak olan yeni bir anayasa hazırlamak üzere oluşturulan Kurucu Meclis 6 Ocak 1961’de toplanarak çalışmalarına başlamıştır. Böylece yasama yetkisi Milli Birlik Komitesi’nden Kurucu Meclis’e geçmiştir. Kurucu Meclis, Milli Birlik Komitesi ile Temsilciler Meclisi’nden oluşmuştur. Temsilciler Meclisinin yetkisi, Anayasa ve Seçim Yasalarının hazırlanması açısından geniş tutulmuştur. Temsilciler Meclisi, genel oya dayanan seçimle kurulmuş bir Meclis olmakla birlikte, o günkü koşullar içinde temsil niteliği geniş tutulan bir meclis olmuştur. Bu Mecliste iller, Siyasal Partiler, Barolar, Basın, Eski Muharipler Birliği, Esnaf Kuruluşları, Gençlik Kuruluşları, İşçi Sendikaları, Sanayi ve Ticaret Odaları, Öğretmen Kuruluşları, Üniversite ve Yargı Organları gibi çeşitli kuruluşların temsilcileri ile Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesi’nce seçilen üyeler Temsilciler Meclisinde yer almışlardır.
Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanıp, Kurucu Meclis tarafından onaylanan yeni Anayasa 9 Temmuz 1961 tarihinde % 63 oranında bir halk oyu ile kabul edilmiştir.1961 Anayasası, 27 Mayıs harekatından önce ülkede karşılaşılan rejim sorunlarına cevap verme, yeni anayasalardan da yararlanılarak, demokratik bir Anayasa yapma amacıyla hazırlanmıştır. Her anayasa gibi, 1961 Anayasası da yapıldığı dönemde ülkeye egemen olan güçlerin uzlaşmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Çok Partili döneme geçtikten sonra, özellikle 1950-1960 arası karşılaşılan tüm sorunlar basite indirgenerek bir anayasa sorunu olarak görülmüş ve her sorunun çözümü anayasa’da aranmıştır.
Bu anayasanın başlangıcında amaçlar anlatılırken temel hedeflerden birinin “insan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını... geliştirmeyi mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak...” olduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri anlatılırken “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak belirtilmiştir.
Ayrıca Anayasa, kuvvetler arasındaki dengeyi yeniden düzenleyerek ve hükümetin aşırı güçlü olmasını önleyici hükümler de getirmiştir. Anayasa’ya göre evvelce tek meclisli olan parlamento, senatonun kurulmasıyla iki meclisli olmuştur. Basın özgürlüğü en geniş şekliyle kabul edilmiş, seçim sitemi değiştirilerek Nispi Temsil esası benimsenmiştir.
Bunların dışında yargı bağımsızlığı da güvence altına alınarak, yargıçların bütün özlük işlerine bakmakla yetkili bir Yüksek Hakimler Kurulu kurulmuştur. İdarenin bütün eylem ve işlemleri de Danıştay’ın denetimine tabi kılınmıştır. Bunlar demokratik hukuk devletinin yaptırımlarıdır.
1961 Anayasası demokratik hak ve özgürlükler açısından da ileri hükümler getirmiştir. Hak ve özgürlükler sadece anayasada gösterilen belli nedenlerle sınırlandırılabilecek, sınırlama anayasanın özüne ve sözüne uygun olacak, kanun ile yapılacak ve hiçbir şekilde hak ve özgürlüğün özüne dokunulmayacaktır.
Görüldüğü gibi yeni Anayasa kalkınmayı, sosyal adaleti ve demokrasiyi birlikte gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Zaten anayasanın hazırlanmaya başlamasından bir süre sonra siyasî faaliyet ve kuruluşlara izin verilmiştir. Bunu müteakiben kurulan siyasî partilere 11 Şubat 1961’de Adalet Partisi de katılmıştır. Halkoylamasından önce ülkedeki siyasal faaliyetler serbest bırakılmıştı. Kısa zamanda bir çok siyasî parti kurulmuştur. Arkasından milletvekili ve senato seçimleri 15 Ekim 1961’de yapılmış ve 17 aylık bir geçiş döneminden sonra Türkiye’de yeniden çok partili demokratik yönetime dönülmüştür.
Seçimlerde en çok oyu 173 milletvekili çıkaran CHP ile 158 milletvekili çıkaran Adalet Partisi kazanmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda CHP-AP koalisyon hükümeti kurulmuştur. Ancak eski Demokrat Partililerin bağışlanması ve iki parti arasındaki temel toplumsal-ekonomik konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle hükümet bozulmuştur. Daha sonra CHP Mecliste diğer iki küçük parti olan Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Bağımsızlar ile birlikte yeni bir koalisyon hükümeti kurmuştur. Ancak ilerleyen dönemde ortakların arasındaki görüş ayrılıkları hükümetin dağılmasına yol açmıştır. Daha sonra İnönü’nün başkanlığında bir azınlık hükümeti kurulmuştur. Bu hükümet 1 yıldan fazla olarak ülkeyi yönetmiş ancak bütçenin Mecliste kabul edilmemesi üzerine 13 Şubat 1965’te istifa etmiştir. Bağımsız milletvekili Suat Hayri Ürgüplü’nün başkanlığında kurulan hükümet ülkeyi aynı yılın Ekim ayında yapılan seçimlere kadar yönetmiştir.
Yapılan seçimlerde Adalet Partisi 240 milletvekili kazanarak tek başına iktidar olmuştur. CHP ise 134 milletvekili kazanmıştır. Seçim sonuçları Türk demokrasi yaşamına bir başka yenilik sunarak ilk defa bir sosyalist parti (Türkiye İşçi Partisi) 15 milletvekili ile TBMM’de temsil edilmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda AP Genel Başkanı Süleyman Demirel hükümeti tek başına kurmuş ve istikrarlı bir dönem başlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder